|
Struma Olayı |
Yanıt Yaz |
Yazar | |
Guests
MISAFIR |
Mesaj Seçenekleri
Teşekkür(0)
Gönderim Zamanı: 14 Kasım 2013 Saat 19:56 |
1941'de gemi ile İstanbul Sarayburnu açıklarına gelen Yahudilerin öyküsü
Nazi soykırımından kaçarak Filistin'e gitmek isteyen 769 Rumen Yahudisi, Struma adlı gemiyle İstanbul'a gelmiş, 70 günlük sefalet sonunda meydana gelen bir patlama sonucu 765 kişi ölmüştü. Binlerce Yahudi'yi soykırımdan kurtaran Alman sanayici Schindler gibi Vehbi Koç da bu Yahudilerden bazılarını kurtarmak için çaba sarfetmişti.
İkinci Dünya Savaşı’nda altı milyondan fazlası Almanlar tarafından çeşitli şekillerde yok edilen Yahudiler, Ortadoğu’da, özellikle de Filistin’de, ülkeler arası çıkar politikasının da temelini oluşturuyorlardı. İngilizler, Balfour Bildirisi ile Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’dan alacakları topraklar üzerine bir Yahudi devleti kurma taahhüdünde bulunmuştu. Ancak gelişmeler Yahudiler açısından beklenildiği gibi gitmemişti. Çünkü İngilizler, Ortadoğu’daki petrol yataklarını kontrolleri altında tutmak istiyor, bu nedenle Arapların desteğine ihtiyaç duyuyordu. Bu bölgede oluşturulacak bir Yahudi devletiyse Arapları küstürmek anlamına geliyordu. 1. Dünya Savaşı sonrası; 1920’lerde Filistin, Ürdün ve Irak İngilizlere kalmıştı. Yahudilerse Balfour Bildirisi’ne güvenerek Nazi soykırımından kaçmak için Filistin’e gidiyorlardı. Ancak İngilizler, Arapları gücendirmemek için, bu göçe kota getirmeye, hatta engellemeye çalışıyorlardı. İngilizlerin bu politikası, Struma olayında olduğu gibi acımasız tavırlara kadar varacaktı.
Yahudilere sarı bant zorunluluğu
Almanlar, 1940’ta, petrol yataklarını korumak gerekçesiyle Romanya’ya girdiler ve 9 Eylül’de Yahudi aleyhtarı yasalar yürürlüğe kondu. Yahudiler artık işyeri ve konut sahibi olamayacaklardı. Ayrıca, zorunlu çalışma yükümlülüğü konmuştu. Yaş’ta Yahudi katliamı gerçekleştirilmiş, 4000 Yahudi öldürülmüştü. Yahudilerin kollarına sarı bant takma zorunluluğu getirilmişti.
1941 yılına gelindiğinde, Yunanistan’ı işgal eden Naziler, artık Türkiye’nin sınır komşusu olmuştu. O yıl Türkiye’de, eşi pek görülmemiş hava koşulları yaşanıyordu. Müthiş bir kar yağışı vardı ve kar kalınlığı üç metreyi aşıyordu. Kıtlık söz konusuydu. Türkiye’nin tüm gayreti, savaşı tarafsız bir şekilde bitirmeye çalışmaktı. Ülkeleri kırmamak için siyasi manevralar yapılıyordu. Aksi halde Türkiye her an kendini savaşın içinde bulabilirdi. Dünyanın her yanında, Nazilerden kaçan Yahudiler, Filistin’e gitmek için tek güvenli yol olarak Türk kara sularını görüyordu. Çünkü Türkler, onlara birçok kolaylık sağlamışlardı. Onları dünyanın dört bir tarafında Nazilerden kurtarmışlar, gerektiğinde Türk vatandaşlığı yolunu bile açmışlardı. Ancak Türkiye, bu siyasi manevralar arasında Struma olayıyla karşılaşacaktı.
Müthiş dolandırıcılık
Tarihe, Struma olayı olarak geçen, sadece dört kişinin kurtulduğu ve 765 kişinin ölümüne yol açan gelişme, müthiş bir dolandırıcılık hikâyesini bünyesinde barındırıyor:
Struma gemisi, Bükreş’te, Compania Mediteranea de Vapores Limitada adlı şirkete kayıtlıydı. 1830 yapımı gemi, 46 metre boyundaydı ve içinde sadece bir adet tuvalet ile dört lavabo vardı. Kurtarma sandalları yoktu. Gemi, portakal sandıklarıyla kaplanmış ve gazete kâğıtları yapıştırılmıştı. Denize açılması mümkün değildi. Geminin işletmesi Dr. Baruh Konfino’ya aitti. Konfino, Filistin’e Yahudi göçü düzenliyordu. Pandelis ise geminin sahibi görünüyordu. 1941’de, Romanya basınında Struma ilanları çıktı. Pandelis ilanların dışında bir de broşür yayımlamıştı. Broşürde, gerçeğinden farklı olarak; dizelle çalışan son sistem geminin mükemmel salonları ve lüks kamaraların fotoğrafları görünüyordu. Altışar kişilik kamaraların fotoğrafları Quen Mary transatlantiğinden alınmıştı. 780 Yahudi, Filistin’e gidebilmek, daha da önemlisi Nazilerden kaçmak için yaklaşık 1000 dolardan bu gemi için bilet almışlardı. Yolcular, broşürdeki fotoğraflardan farklı; kırık dökük bir tekneyle karşılaşmışlardı. Yolcuların ancak üçte biri için yatacak yer vardı. Hayvan nakletmek için olan ahırlar kamaraya döndürülmüştü. Bu durum karşısında kıyametleri koparan yolculara Yunan acente, Yahudileri sakinleştirmek için, kendilerini götürecek geminin karasuları dışında beklediğini söylemişti. Ancak yolcular, limandan çıkınca büyük geminin olmadığını göreceklerdi. Tuzağa düşmüşlerdi, ama artık çok geçti, düşe kalka İstanbul’a gideceklerdi.
Rumen Yahudilerin Filistin’e giriş vizeleri yoktu. Pandelis yolculara, “Bu sorunu da çözdüm, ben trenle sizden önce İstanbul’da olup vizelerinizi orada dağıtacağım” demişti. Böylece 150-200 kişi kapasiteli Struma gemisi, 769 yolcu ile İstanbul’a doğru yolculuğuna çıkmıştı. Yolcular arasında 30 hekim, 25 avukat, 15 mühendis ve Bükreş gençliğinin parlak simaları vardı. Su, kovalarla denizden çekilip güvertede yüzler yıkanıyordu. Çay üç günde bir dağıtılıyordu ya da portakal sandıkları parçalanıp yakıt olarak kullanılıyordu. Gıda olarak herkese bir portakal, biraz fıstık ve şeker dağıtılmıştı. Çocuklara yarım bardak süt ve tek bir bisküvi dağıtılmıştı.
Tamirata karşılık mücevher verdiler
13 Aralık’ta motor stop etmiş, gemi denizin ortasında, rüzgârın sürüklediği yönde gitmeğe başlamıştı. Rumen kıyıları açıklarında geminin imdat sinyalini alan başka bir Rumen gemisi, yüklü bir miktar para karşılığında motorları tamir edebileceğini söylemişti. Bu para yolcuların kendi aralarında topladıkları saat, mücevher ve şahsi ziynet eşyaları ile ödenebilmişti. Struma nihayet Boğazlara kadar gelebilmiş, 14 Aralık’ta bir deniz mayınının yanındayken motor yine stop etmişti. Bunun üzerine bir Türk römorkörü gemiyi Sarayburnu’na çekmişti.
Struma, İstanbul’a gelmeden, Nazi Almanyası’nın İstanbul temsilcisi, gemide salgın hastalık olduğunu İstanbul’daki yetkililere söyleyerek, gemiye sarı karantina bayrağı çektirmişti. Böylece hiçbir yolcu karaya çıkamamış, dışarıdan da hiç kimse gemiye yaklaştırılmamıştı. Bu arada yolcular arasında dizanteri yaygınlaşmıştı. Gemide tek tuvalet olduğundan, kapısı önünde sonu gelmeyen kuyruklar oluşmuştu. Bu nedenle yolcular ihtiyaçlarını güvertede gidermeğe başlamışlar, bütün güverte dışkıyla kaplandığından kayganlaşmış ve etrafa dayanılmaz bir koku yayılmıştı. Yaklaşık 10 günlük bir beklemeden sonra resmi makamlar, Yahudi cemaati liderlerinden Simon Brod ve Rıfat Karako’un gemiye çıkmasını kabul etmişti. Amerikan Yahudi komitesi, İstanbul Hahambaşılığı’na 10.000 dolar bağışta bulunmuştu. Yolculara akşamları sıcak yemek ve meyve dağıtılabilmişti. Türk makamlarının yolcuların gerçek niyetlerinin Filistin’e gitmek olmayıp İstanbul’a ayak basmak olduğuna dair kuşkuları vardı. Yolcuların gemiyi mahsus sabote ettiklerinden şüpheleniliyordu. Gemi acentesi de aynı kuşkuları paylaşıyordu. Struma gemisinin İstanbul’a varışından bir süre sonra, Dışişleri Bakanlığı, Ankara’daki İngiliz büyükelçisine göçmenlerin Filistin’e kabul edilmesi halinde Türk hükümetinin bütün yardımı yapacağını iletti. Ankara’daki İngiliz büyükelçisi Knatchbull Hugessen’den gelen cevap İngiltere’nin bu mültecilerin Filistin’e girmelerini istemediği yönündeydi. Bunun üzerine Türk makamları İngilizlerle konuşmaları kesmişti. 70 gün Sarayburnu’nda karantinada kalan gemiye, bir Türk römorkörü yaklaşmış, kaptana demir almasını söylemişti. Geminin dezenfekte edilmesi için yakın bir yere götürüleceğini söylemişlerdi. Kaptan reddetti. Bunun üzerine gemiye gelen polisler mültecileri odalarına götürmüşler ve geminin çapası kesilmişti. Arızalı olan motor da tamir edilmek üzere sökülmüş olduğundan Struma kılavuzla saat 17:00’de Karadeniz’e doğru çekilmişti.
gemi, Boğaz’dan römorkörle Karadeniz’e doğru çekilirken, yolcular çarşafları birbirine ekleyerek, geminin bordasına asmış ve şunu yazmışlardı: “Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!.. Kurtarın bizi!..."
24 Şubat 1942’de Karadeniz açıklarında ve sabah saat 09:00’da Struma’dan art arda patlama sesleri duyuldu. Gemi darmadağın olmuştu. Gemi battıktan sonra bir kişi gemiden sağ olarak kurtulmuş, günlerce denizin üstündeki gemi kalıntılarına sarılarak yaşayabilmiş, sonunda da Şileli balıkçılar tarafından kurtarılmıştı. Bu adam David Stoilar’dı. Emniyetteki ifadesinde şöyle demişti; “Patlamadan birkaç saniye sonra suya çarptım ve yine birkaç saniye sonra su yüzüne çıktım. Havadan tahta parçaları yağıyordu. Gemiyi göremedim, tümüyle yok olmuştu. Su, buz gibi soğuktu ve kadın erkek insanlarla doluydu. Bunlar geminin parçalanan ahşap bölümlerinden dışarıya fırlamışlardı. Anında boğulmuşlardı ötekilerin pek çoğu da öldüler.”
“Sayın Koç, nüfusunuzu kullanın”
Felaketler gemisi Struma’da yolcular arasında Standart Oil Company of New York (Kısaca Socony, şimdiki adıyla Mobil Oil) petrol şirketinin Romanya Müdürü Martin Segal, eşi ve iki çocuğu da bulunuyordu. Segal ailesinin kurtarılması için şirketin Türkiye Genel Müdürü ve aynı zamanda bugünkü CIA’in görevini yürüten ABD istihbarat örgütü OSS’nin, Ross kod adlı önemli bir ajanı olan Archibald Walker, şirketin Türkiye temsilcisi Vehbi Koç’u Ankara’da ziyaret edip, ailenin kurtarılması için nüfuzunu kullanmasını rica etmişti.
Koç bu durum karşısında tanıdığı olan Emniyet Şube Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil’e gitmişti. Çağlayangil, Koç’a: “Bu işte çok talep var, çok paralar teklif ediliyor. Kimse elini süremiyor. Bu, bakan işidir. Ancak Faik Öztrak’ın emri ile çıkabilir” demişti. Gerisini Koç’un anılarından dinleyelim: “Bakanın o güne kadar gitmediğim evine bayramlaşmak için gitmiştim. ‘İzin verirseniz size bir şey söylemek istiyorum’ dedim. Durumu anlattım, bakanın benim hakkımda iyi düşüncesi sonucu, telefonla emir verdi. İhsan Bey, arkadaşımız olduğu için derhal bu emri İstanbul’a bildirdi, adam kurtuldu. Ailesi ile vapurdan çıkarıldı. O akşam tren yokmuş, ertesi gün İstanbul’dan ayrıldı.”
Struma’nın düşündürdükleri
* Bu olayda dikkati çeken bazı noktalar söz konusu: Geminin armatörü olarak görünen Rum asıllı Pandelis’in (Namı diğer ‘Şişko’) aslında geminin esas sahibi Dr. Baruh Konfino’nun paravanı olarak ortalıkta dolaştığı söylenmişti. Her ikisi de kaçak Yahudi göçünü Struma olayından önce ve sonra beraberce sürdürmüşlerdi. Üstelik illegal Yahudi kaçaklarını da Filistin’e ulaştırmışlardı.
* Vehbi Koç’un kurtarılmasına önayak olduğu Romanya mobil (Socony) şirketinin genel müdürü Martin Segal ve ailesinin gemide olduğu Türkiye mobil genel müdürü Walter’e bildirilmiş, Walter bu şahsı kurtarmak üzere harekete geçmiştir. Nitekim Bay Segal’e, Filistin vizesi daha Köstence’den hareket ederken İngilizlerce verilmiş, Bay Segal İstanbul’da kurtarıldıktan sonra trenle Filistin’e geçmişti. * Struma, İstanbul limanındayken Filistin’e gitmek istemeyip bu nedenle de kasten geminin motorunu bozdukları şüphesi oluşmuştu. Geminin motoru İstanbul Hahambaşılığı tarafından tamir ettirilmek üzere gemiden sökülmüş ve tamir edilmeye götürülmüştü. Türk makamları bu konuda kuşku sahibi olmuştu. * Struma felaketinden kurtulan, Stoilar adlı bir şahıstı. Bu kişi kurtarıldıktan sonra emniyette çelişkili ifadeler vermiş. Struma’yı batıran torpilin Türkiye üzerinden geldiğini söylemişti. Bir başka söylentiye göre de kendisinde bulunan patlayıcıyı geminin batması için bizzat kullandığı ileri sürülmüştü. |
|
ALLEX
3. Vites Kayıt Tarihi: 27 Mayıs 2015 Konum: İSTANBUL Durum: Aktif Değil Mesajlar: 1307 |
Mesaj Seçenekleri
Teşekkür(0)
|
Aslinda cok buyuk bir olaymis.konu guncellensin ve iki dakika ayirip herkes okusun derim.
"Yasasin Turkiye cumhuriyeti kurtarin bizi" diyen insanlara yardim eli uzatmisiz , ancak seneler sonra Mavi marmara olayi ile karsilik verilmis.nufuz kullanan isimlere dikkat ediniz. Avrupanin 1900 lu yillarda yaptigi insanlik disi olaylari unutup simdi benzerlerini tekrarlamalarina sasmamali. Konu guncel tarihi bilmek gelecegi gormek gibi degerlidir.... |
|
MORALİ AĞRIYOR....
|
|
Yanıt Yaz | |
Forum Atla | Forum İzinleri Kapalı Foruma Yeni Konu Gönderme Kapalı Forumdaki Konulara Cevap Yazma Kapalı Forumda Cevapları Silme Kapalı Forumdaki Cevapları Düzenleme Kapalı Forumda Anket Açma Kapalı Forumda Anketlerde Oy Kullanma |